Dijital Kültür, Yapay Zekâ ve Fikri Haklar

mm
180 Görüntüleme
7 Dk Okuma Süresi

Son on yılların en çok duyduğumuz laflarından biri “Dünya değişiyor!” oldu. Dünya da gerçekten hiç değişmediği kadar çok değişti. Bugünlerde, değişimin en güncel taşıyıcısı ise yapay zekâ. Aslında yapay zekâ yeni bir kavram değil. “Makineler düşünebilir mi?” sorusu II. Dünya Savaşı yıllarına rastlıyor. Hatta bu soruya gelene kadar “İnsanın bilişsel yetileri nelerdir?”, “Düşünce otomatikleştirilebilir mi?”, “Dünyayı biçimsel bir dil ile tarif etmek olanaklı mı?” sorularının izini Platon, Aristoteles, Thomas Aquinas, Hobbes gibi birçok filozofta sürmek olanaklı. Felsefi temellerinden kuramsal tartışmalarına meraklısının ilgisinde olan ve kendi suyunda akıp giden yapay zekâ, 2014 yılında, GAN (Generative Adversarial Network) [Üretken Yapay Zekâ] algoritmaların tanıtılmasıyla başka bir izleğe doğru evriliyor. Çünkü 2014 ile beraber, artık, küresel ölçekte üretken yapay zekadan bahsetmeye başlıyoruz. Bugünlerde bizim için yanıt mektupları hazırlayan, merak ettiğimiz sorulara açıklamalar yapan, şirket logomuzu tasarlayan yapay zekâ araçları bu altyapının üzerine oturuyor. 

Tartışmalı Bir Sıfat: “Üretken”

Aslında yapay zekâ ile ilgili popüler birçok tartışma, problem, sorun ya da argüman bu üretkenlik meselesi ile ortaya çıkıyor. Üretken kullanımı, dilimizde “Generative” sözcüğünün karşılığı olarak yerleşmiş durumda. Yapay zekâ, kabaca 2014’ten bu yana -son birkaç yıldır daha yapılandırılmış bir şekilde- bir şeyler üretebiliyor. Sözgelimi, kendisine girdi olarak verilen büyük bir veri kümesini duyguya göre sınıflandırmaktan ziyade kendisine verilen girdiye (prompt) karşılık özgün bir yanıt, çıktı ya da ürün veriyor. Yani üretiyor!

Ortada bir üretim olduğu zaman da bu üretimin özgünlüğünden, nasıl yapıldığına, insan üretiminden nerede ayrıldığına veya yakınsadığına birçok soru belirmeye başlıyor. Bu ve benzeri birçok soru halihazırda tartışılmaya devam ediyor. Öte yandan yapay zekâ araçlarının her gün yaygın şekilde kullanımı artarken bu genel soruların altında ancak daha somut, daha yanıtlanması elzem pratik sorunların ortaya çıktığını da not etmek gerekiyor. Genellikle telif sözcüğü ile anılan fikri haklar meselesi de bunlardan biri. 

“İnsanlığı Ortak Mirası mı?” yoksa “Fikri Haklar mı?”

Web 2.0’ın etkileşime olanak veren ve bu sayede kullanıcı içeriğini de dolaşıma sokan yapısı sayesinde ağda dolaşan verinin hacminde büyük bir artış oldu. Nitekim yapay zekâ gelişmelerindeki itici güçlerden birinin bu veri olduğunu biliyoruz. Öte yandan bu veriyi üretenler ise bizler yani hepimiziz. Bugün sosyal ağlardan blog sitelerine, video akış uygulamalarından e-ticaret platformlarına uzanan geniş bir yelpazede istemeyeceğimiz kadar çok kullanıcı içeriği söz konusu. Yeni medya kuramcılarından Fuchs, bu nitelikte olan; kullanıcı tarafından üretilmiş, karşılığında maddi ödeme yapılmamış içerikler için “karşılığı ödenmemiş kullanıcı emeği” kavramsallaştırmasını yapmıştır. Fuchs’a göre örneğin X platformuna değerini veren şey kullanıcılar tarafından üretilen içerikken kullanıcılar bu emekleri karşılığında herhangi maddi bir kazanım elde etmemektedirler. Oysa eşzamanlı olarak fikirlerini basılı bir materyal haline getiren ya da bir müzik şirketi aracılığıyla kayıtlı bir albüm olarak yayınlayan kişiler bu düşünsel üretimleri üzerinde yasayla belirlenmiş sürelerde -yaygın süre 70 yıldır- fikri bir hakka sahip olmaktadırlar. 

İnternet’in Web2.0 dönemi, telif başta olmak üzere birçok konuda ciddi eleştiri ve tespitlere konu olsa da insanlığın küresel ölçekte kolektif bir üretim yapma açısından incelenebileceği özel bir dönemdir. Teknoloji tarihçileri açısından bu gözle ve sosyal bağlamında yapılacak bir çalışma geleceğimizin olanakları açısından öğretici ve ezber bozan ipuçları barındırabilir. 

Yapay zekâ ile beraber fikri hak olarak birine bağlanmış ya da bağlanmamış olsun hemen her veri eğer gerekli şartları sağlıyorsa üretim sürecinin katkısı olarak kullanılabilir hale gelmektedir. Çünkü bugün bildiğimiz üzere yapay zekâ, temelde bugüne kadar üretilmiş ve yapılandırılmış içeriklerden yeterli miktarda kullanılarak bilgisayar tabanlı bir modelin eğitilmesi şeklinde geliştirilmektedir. Dolayısıyla bugün, şirketiniz için bir yapay zekâ aracı dolayımıyla bir logo tasarladığınızda aslında o andan iki yıl önce bir arkadaşınız tarafından tasarlanmış bir başka logodan da milyonda bir oranında bir katkı alıyor olabilirsiniz. 

Yapay zekâ, bugüne kadar üretilmiş olan fikirsel üretimden besleniyor. Ancak bu fikirsel üretimlere nasıl referans verileceği ya da beslendiği kadar yaratması gerektiği savunulan mali değeri henüz sistematik şekilde ve yasal zeminde karşılık bulmuyor. Bu merkez problem, bugünlerde dünyanın farklı bölgelerinde mahkemelere konu oluyor ya da çeşitli kampanyalarla tartışmaya açılıyor. Örneğin, “Üretken yapay zekanın eğitimi için yaratıcı çalışmaların lisanssız kullanımı, bu çalışmaların arkasındaki insanların geçim kaynaklarına yönelik büyük ve haksız bir tehdittir ve buna izin verilmemelidir” mottosuyla başlatılmış olan bir imza kampanyasının (https://www.aitrainingstatement.org) 2024 biterken ulaştığı imza sayısı 38 binin üzerinde. İmzacılar arasında farklı ülkelerin ulusal çapta faaliyet gösteren meslek organizasyonları da mevcut. 

Bunun yanında ABD mahkemeleri başta olmak üzere birçok ülkenin adli makamlarında genel ve özel içerikli çok sayıda davadan da bahsetmek olanaklı. Ancak bugün yerleşik bir içtihat ve uygulama henüz söz konusu değil. Taraflardan birinin tezi oldukça açık: Fayda sağlanılan ürünlerin fikri sahiplerine hakları ödenmeli. Buna karşın yapay zekâ ürünlerine sahip olan tarafların temel tezleri ise çatallı: Böylesi bir düzenlemenin yapılmasıyla uzayacak süreçlerin yapay zekânın geliştirilmesi sürecini ciddi oranda yavaşlatacağı gibi maddi bir nedenle, insan üretiminin de aslında izi sürülemese de buna benzer bir faydalanıma dayandığı ve burada yeni bir şey olmadığı gibi daha spekülatif bir aralıkta salınıyor. 

Sonuç

Bu çok yönlü tartışmaların insanlığın bir kesimini mutlu eden bir kesimini mutsuz eden kararlarla yakın zamanda bir norma bağlanacağı açık. Öte yandan bilgisayar ile tanımaya başladığımız, İnternet ile içine girdiğimiz, bugün yapay zekâ ile iyice yerleştiğimiz bu yeni -belki artık yeni bile demek fazla- kültürün yani dijital kültürün tam ortasındayız. Dijital kültür yeni bir dönemin, anlayışın, yaşam tarzının ve daha birçok şeyin taşıyıcısı ve asıl kültürün kendisi haline geldi. Aslında bugün meydana gelen birçok problem, bu kültürün içinde ortaya çıkan bir fenomenin geleneksel olanla çarpışıyor olmasından. Örneğin nispeten yeni bir hak, yeni bir yasal düzenleme olmasına rağmen telif meselesi büyük oranda geleneksel olana göre düzenlenmiş bir konu. Bir müzik albümü çıkardığınızda büyük oranda çalışıyor. Biraz dijitalleştiğimizde uzun süre aksadı. Sonrasında özellikle maddi değeri olan kültürel üretimler için geliştirilen dijital platformlar sayesinde bir ölçüde aşıldı. Bugün yeniden ihlal ediliyor, yeni bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Belki de geleneksel kültürü asıl kabul ederek, onun yasasıyla dijital kültürün pratiğini uzlaştırmaya çalışmak yerine artık dijital kültürün meselelerine bu kültür içinde çözümler bulmak üzerine konuşmayı denemeliyiz. Çünkü, Dünya ve elbette kültür değişiyor. 

Bu Makaleyi Paylaşın