Öğrenciyken; uzun tatillerin ilk günü çalar saatimi yine her zamanki okul saatine ayarlardım. Sabah da saatin alarmını kapatıp tekrar uykuya dalabilmenin keyfini yaşardım.
Emekli olduğumda bunu yapmadım.
Çocukluğumda; ölmenin ben ve ailem dışındakilerin başına geldiğini düşündüğüm bir zaman dilimi hatırlıyorum. Şimdi bugünkü aklımla bunun nedenini şöyle açıklıyorum; bahçede oyun oynadığımız arkadaşlarımdan birinin yakın akrabaları talihsiz bir trafik kazasında vefat etmişlerdi. Arkadaşımın ve ailesinin üzüntüsünden etkilenmiştim. Ölümle ilk irtibatımın bu olay olduğunu sanıyorum. Anneme sormuşumdur kesin; ‘Ölüm nedir? Biz de ölür müyüz? Siz de mi ölecek misiniz?’ Annem de beni yatıştırmak için olsa gerek; ‘Hayır kızım bize bir şey olmaz’ gibi bir şeyler demiş olmalı ki sadece bizim dışımızdakilerin öleceğini düşünmüş olmalıyım. Yıllar geçip, çalışma hayatına atıldığımda da hep başkalarının emekli olacağını, bir gün benim de böyle bir tecrübemin olabileceğini hiç aklıma getirmeyişimi çocukluğumun bu saf haline benzetirim.
Çalışma hayatımın ortalarıydı; plazada aynı ofisi paylaştığımız şirketlerden birinde emekli olan birine tanık olmuştum. Bu olaydan önce, değil kendimin, birlikte çalıştıklarımın bile bir gün emekli olacağını nasıl da hiç düşünememiştim. Yani anne babalarımız falan değil de bizler bir gün emekli olacak mıydık gerçekten? Bu noktada; söz ettiğim o yıllarda mesleğimizin henüz çok yeni olduğunu hatırlatmalıyım. O yüzden bilişim dünyasında çalışıp da emekli olana rastlanmıyordu ki.
Yıllar geçti, ben de emekli oldum.
İlk günler, yani iş günü olduğu halde işe gitmediğim o ilk günler, yaşadıklarımı keşke not etseymişim. İlginçtir, çok zaman geçmemiş olsa bile nedense o günleri bir türlü hatırlayamadım.
Sadece bir ilk hatıra olarak şu var aklımda; ikinci ya da üçüncü gün gibi bir sabah öğleden sonrasına kadar uyumuştum. Ateşli bir hastalıktan kalkmak gibi bir şeydi benim için. Emeklilik hayatımın başladığını idrak ettiğim de o gün olmuştu. Öyle ya artık canım ne zaman isterse o zaman kalkabilirdim. Hem de suçluluk duymadan.
Benzer şekilde; ilk şehir dışına gezmeye gidip geri döndüğümde, ertesi gün iş günü olmasına rağmen benim işe gitmeyeceğimi idrak edişim de pek keyifli bir aydınlanma anı olmuştu. ‘Gittim geldim ve tatil bitmedi!’
Gün içinde hava durumunun değişimine göre kıyafet değiştirilebildiğini fark etmek de hoş olmuştu (Covid-19 öncesinde emekli olduğum için evden çalışma tecrübem olamadı). O zamanlar işe gitmek için sabah güneş doğmadan evden çıkıp, akşam da yine karanlıkta eve dönüldüğü düşünülürse sabahın kör karanlığında ne giydiyseniz onunla bütün günü geçirmeliydiniz. Oysa şimdi dilediğim gibi kıyafet değiştirme özgürlüğüne sahiptim. Bu da güzel bir şeydi yani. Bu yeni dönemin getirdiği basit ve güzel şeylerden biri.
Çalışırken, zaman zaman; ’Bir bilgisayar mühendisi olarak yıllarca çalışıp emekli olduktan sonra insan nasıl vakit geçirir?’ diye düşünürdüm. Hatta itiraf edeyim bu konuda endişe de ederdim. Bu sorunun yanıtını; mesleki STK’lar ve BMO’nun gönüllülük esaslı projelerinde görevler alarak buldum. Bir de tabi hobilerimde. Sanıldığı gibi hayat sadece iş dünyasında yaşanmıyor, lütfen bunu unutmayınız sayın meslektaşlarım. Sağlıkla ilerleyen bir hayat akışında; bir gün geliyor ve işler gerçekten bitiyor ve iş yerlerinde, ofislerde o türlü türlü emek ve uğraşla sahip olunan ünvanlar, etiketler kaybolup gidiyor. Geriye ‘Siz’ kalıyorsunuz.
Emekli olalı yıllar geçmiş olmasına rağmen hala rüyalarımda işe gittiğimi görüyorum. ‘Ya’ diyorum rüyamda ‘Ben emekli olmadım mı? Niye hala geliyorum buraya?’ Sonra uyanıp bunun bir rüya olduğunu anlayıp rahat bir nefes alıyorum. Yıllarca sürmüş olan okul ve sınav kabuslarının yerini şimdi bu konu aldı anlayacağınız. Ne diyeyim; ‘Hayır olsun !’
* Bu yazıda ‘Emekli Olmak’ ile çalışma hayatından emekliliği hak ederek ayrılmak ve bir daha çalışmamak ifade edilmiştir.