The Playlist

mm Funda Çetintaş 117 Görüntüleme
6 Dk Okundu

BM Dergi için keyifli ve mesleğimizle ilgili bir film ararken karşıma bir mini dizi çıktı: The Playlist.

Dizi Spotify’in kuruluşunu, bir startup’un bir dünya devine dönüşmesi hikayesini anlatıyor. E hal böyle olunca okulunu bırakmış bir dahi ve garajda geliştirilmiş bir projedir diye izlemeye başlıyorsunuz ama bu sefer işler biraz farklı; olaylar ABD’de değil, İsveç’te geçiyor. Yine okulunu bırakmış zeki ve girişimci bir delikanlı var sahnede ama garaj yok 🙂

Diziye izlerken, girişimcilik ruhu nedir, benzersiz bir konu nasıl bulunur, girişimciliğin olmazsa olmazları nedir, girişimcilikte iş modeli kurgulanırken paydaşların gereksinimleri nasıl karşılanmalıdır gibi sorulara da yanıt buluyorsunuz. Bir anlamda Girişimcilik 101 dersi gibi 🙂

Tipik bir startup hikayesi izleyeceğinizi düşünürken, her bölümde kuruluşta emeği olan bir paydaş, hikayeyi kendi bakış açısıyla anlatıyor ve böylece olay örgüsü değişik ve alışılmadık bir tarzda ilerliyor. Kurgunun bu beklenmedik yapısı izlemeyi keyifli hale getiriyor. Her bölüm bitiminde, bir diğerinin konuya nasıl yaklaştığını öğrenme merakıyla diğer bölüme geçiyorsunuz ve dizi sıkıcılıktan uzak, keyifli bir izleme  sunuyor. 

Vizyon, Endüstri, Avukat, Yazılımcı, Yatırımcı, Sanatçı bölümlerin isimleri. Her bölümün baş rolü de bölüm adında bahsedilen role ait. Aşağıda yazacaklarımı basit Google sorgulamalarıyla bulabilirsiniz. Yine de, sonuç bölümüne geçmeden kısa bir özet yapmak istedim.

2000’lerin başlarında müziğe ulaşmak çok pahalı; CD’ler özellikle gençler için ulaşılmaz fiyatlara satılıyor. Bunu protesto eden ve müziğin herkesin tarafından erişilir ve bedava olmasına savunan bir grup aktivist genç, Pirate Bay adında bir site kuruyor. Site, P2P mantığıyla kurgulanmış, tüm müziklere bedava ulaşılmasını sağlıyor. Teknolojisi nedeniyle müziği dinlemek için lokal diskinize indirmeniz ve orada kendi müzik listelerini oluşturmanız gerekiyor. Sitenin popülerliği arttıkça indirmeler zorlaşıyor ama düşünce o kadar devrimci ki bu sorunlar kimsenin umurunda değil. Ancak süreç yasal değil ve müzik endüstrisi bu işten ciddi zararlar görmeye başlayınca, mahkemeler, suç duyuruları, sunucuların başka ülkelere kaçırılarak sürecin devamının sağlanması gibi sorunlarla baş edilmeye çalışılıyor.

Dışarıda bu olaylar gelişirken, 13 yaşından beri özgür yazılımlara imza atan, çok sayıda internet sitesi kuran ve çok genç yaşta çalışmaya başlayıp, çalıştığı yerde fikirleri ve ürünleri nedeniyle öne çıkan Daniel Ek’i sahnede görüyoruz. Kendisi 20’li yaşlarının başında online reklamcılık alanında çığır açan bir yazılım geliştirdiği Advertigo şirketini satmış ve ciddi bir para kazanmıştır. Bu parayı yeniden yatırıma dönüştürmek isterken radarına bu konu girer. 

Fikir güzel, devrimci ama sorunludur. Daniel Ek, bu sorunları aşacak, yasal, sanatçıların da para kazandığı, adil, hızlı, indirme sorunu olmadan müzik listelerinin oluşturulup dinlenebileceği bir müzik çalma platformu fikrini gerçekleştirebileceğini düşünür.  Advertigo’yu satın alan TradeDouble şirketinin kurucularından Martin Lorentzon bu fikrin tutacağını öngörür ve yatırım yapar. Dünyanın en iyi yazılımcılarından biri olan Andreas Ehn fikri sömürüye karşı bir başkaldırı olarak gördüğü için gelen CTO teklifini kabul eder ve ekibini kurar. Ekipte ünvanlar olmayacaktır, herkesin eşit fikir geliştirme hakkı vardır. Bu ekip inanılmaz işler yapar, hız sorununu çözer, internetin sorunlarıyla baş edecek hibrid yöntemler geliştirir ve tüm dünyayı kendine hayran bırakmaya başlar. 

Ama yaşam onları sanatçıyla değil, sanatçıların haklarını ellerinde bulunduran müzik endüstrisiyle anlaşmaya götürür. Daniel Ek de artık seçtiği yöntemler, yeni yatırımcılar ve yaratılan yeni iş modelleriyle genç, devrimci kimliğinden iş adamı kimliğine evrilmiştir.

Diziye dönecek olursak bu süreçte her paydaş kendisinin kuruluştaki katkısının ne kadar önemli olduğunu, ve kendisi olmazsa aslında bu gelişmenin mümkün olamayacağını direk ya da indirekt anlatıyor. Ama ben, mesleki deformasyondan sanırım, yazılımcının anlatımını bana çok yakın buldum. Dizide anlatılan Daniel Ek ise çok genç yaştaki çok başarılı işlere imza atan zeki biri ama bana temel motivasyonu, girişimciliği ve para kazanma sevdası olarak gözüktü. Çok ısınamadım karaktere. Belki bu yorumumda Daniel Ek tiplemesi için yapılan çok kötü saç makyajının da rolü  olabilir:). Gerçekten inanılmaz kötü bir peruğu dizinin büyük bölümünde izledik. 

Dizide ilginç noktalardan bir tanesi avukat rolündeki yer alan Türk oyuncu Gizem Erdoğan’ın varlığı. İsveç doğumlu Gizem Erdoğan, Love&Anarchy dizisini izleyenler için tanıdık gelebilir. 

Dizinin diğer bir ilginç özelliği de, her bölümde bir koridorun, o bölüme uygun amaçlarla kullanılması. Bunu fark etmek diziye başka bir boyut katıyor. 

Her bölüm başkasının ağzından anlatıldığı için bazen bir konunun ortada kaldığı hissini de yaşamak mümkün. Son bölüm ise ilk beş bölümden farklı olarak geleceğe ilişkin bir öngörüyü sanatçının ağzından anlatıyor. Ne dersiniz, sanatçı, sanatçıya verilen payların çok düşük olduğu, şirketin ortaklarından olan müzik endüstrisi devlerinin paranın çoğunu topladığı kapitalist bir tekele dönüşmüş Spotify öngörüsünde haklı mıdır?

İsveç yapımı bu dizi, 2022 yılında çekilmiş, online platformlarda bulabilirsiniz. IMDB puanı 7. 4, Rotten Tomatoes sitesinde %87 izleyici puanı ile oldukça başarılı skorlara imza atmış. 

Yönetmeni Per-Olav Sørensen. Üç bölüm Hallgrim Haug’un katılımıyla iki yönetmenle çekilmiş.

Oyuncu kadrosu :  Christian Hillborg (Martin Lorentzon) , Edvin Endre (Daniel Ek), Gizem Erdoğan (Petra Hannson), Ulf Stenberg (Per Sundin), Joel Lützow (Andreas Ehn), Janice Kavander ( Bobbie) 

Özellikle bilişim ve/veya girişimle ilgili olanların sıkılmadan izleyeceğini düşünüyorum. Herkese iyi seyirler.

ETİKETLENDİ:
Bu Makaleyi Paylaşın