Bilgisayar mühendisliği ve alt alanlarına bağlı meslekler, yapay zekanın gelişiminin de getirdiği sonuçlarla beraber günümüzün en gözde ve popüler mesleklerinden biri olarak görülse de yeni mezun mühendislerin iş hayatına geçiş süreci (geçemeyişi demek yanlış olmaz) bu algının gölgesinde kalmaktadır. Üniversiteler her yıl binlerce yeni mezun verirken, sektörün beklentileri giderek karmaşıklaşmakta ve hatta nitelik dengesizliği yaratmakta, bu durum genç mühendisleri zorlu bir adaptasyon süreciyle karşı karşıya bırakmaktadır. İş ilanlarından mülakat süreçlerine, staj deneyimlerinden psikolojik baskılara kadar uzanan bu süreç, bireysel yetersizliklerden ziyade yapısal sorunların bir yansımasıdır. Bu yazıda, yeni mezun bilgisayar mühendisi olarak karşılaştığımız temel zorlukları ele alarak, sektörel sorunları ve sektördeki görünmez bariyerleri çok boyutlu bir bakışla tartışmayı amaçladım.
Genç mühendisler mezun olduktan sonra heyecan ve hevesle öğrencilik yıllarında kendilerince belirledikleri ve çeşitli projeler yapıp sevdikleri, ilgilerini çeken alanlarda iş aramaya başladıklarında belirli problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. İş arama süreci, çoğu zaman yeni mezunlar için umutla başlayan ancak kısa sürede hayal kırıklığına ve yetersizlik hissine dönüşen bir deneyim haline geldi. Deneyimsiz ve yetiştirilmek üzere aranan “Junior” vb. başlıklarda açılan ilanların sayı olarak az olması bir yana şartlarda en az üç yıl deneyim, onlarca farklı teknoloji bilgisi ve tam zamanlı iş yükü gibi gerçekçi olmayan kriterler aranmaktadır. Bunun altında bazı şirketlerin yalnızca özgeçmiş toplamak ya da tanıtım yapıp etkileşim almak uğruna açtığı sahte ilanlar yatmaktadır. Bu sahte ilanlar yeni mezunların ve sektördeki meslektaşlarımızın kendilerini yetersiz hissetmelerine, özgüvenlerinin kaybolmasına ve çeşitli psikolojik baskılara maruz kalmalarına neden olmaktadır. Yeni mezun meslektaşlarımız aynı zamanda kendi bilgi eksiklikleriyle değil, sistemin adaletsiz bilgi talepleriyle ve istekleriyle de baş etmek zorunda kalmaktadırlar. Özellikle olumsuz geri dönüşler ve sürekli tekrarlanan mülakatlar, bireyde derin bir yetersizlik hissi doğurmaktadır. Sosyal medyada paylaşılan “başarı hikâyeleri” bu duyguyu daha da körüklemekte; herkes sanki bir şeyler başarmış, bir tek siz geride kalmışsınız gibi hissettirmektedir. Bir zamanlar idealleri ve tutkularıyla yola çıkan genç mühendisler, mezuniyetin ardından sistemin sert gerçekliğiyle yüzleşiyor. İdealizm, yavaş yavaş yerini realizme; üretme hayali, yerini hayatta kalma mücadelesine bırakıyor. Bu dönüşüm, yalnızca bir bakış açısı değişimi değil mesleğe ve kendine duyulan inancın da törpülenmesidir.
Sektörde referansın önemi tabii ki yadsınamaz. Profesyonel ağlar üzerinden edinilen iş bağlantıları, etik çerçevede değerlendirildiğinde doğal bir süreçtir. Ancak kimi zaman işe alım süreçlerinin kişisel ilişkiler üzerinden şekillenmesi, yeni mezunlar için öğrencilik yıllarında ilerlemek istediği alanda katıldığı teknik kongreler; yaptığı projeler, sunumlar, akademik projeler ve çalışmalar gibi bilgi birikimlerini özgeçmişte güçsüz ve önemsiz kılmaktadır. Çünkü artık bir mezun istihdam edileceği zaman ilk sorulan soru “Belirli yetkinliklerin var mı? yerine “Falanca yerde tanıdığın var mı?” oluyor. Bu durum, hem bireysel çabanın değersizleşmesine hem de sektöre olan güvenin azalmasına neden olmaktadır.
Yeni mezunların bu problemleri yaşamalarının temel nedeni olan staj sorunu, mevcut problemleri daha da derinleştiriyor. Üniversite yıllarında edinilmesi gereken pratik deneyimlerin önemli bir kısmı staj dönemlerinde kazanılmalıdır. Ancak staj çoğu zaman hâlâ yalnızca resmî bir zorunluluk olarak görülmekte; öğrenciler “deftere imza at, günü doldur” anlayışıyla gerçek projelere dâhil edilmeden, yalnızca “orada bulunmuş” sayılmaktadır. Bu durum, yeni mezunların iş hayatına adım attıklarında temel ekip dinamikleri, versiyon kontrolü, proje yönetimi araçları konusunda yetersiz kalmalarına ve bunların dışında sektöre karşı yabancılaşma ve mesleğe duydukları heves ve motivasyonu da kaybetmelerine neden olmaktadır. Staj süreci, bir öğrenme fırsatı olmaktan çıkıp, çoğu zaman motive edici değil kırıcı bir deneyime dönüşmektedir. Sonuçta, öğrenciler ne öğrenebilmekte ne de kendini geliştirme fırsatı bulabilmektedir; bu da iş hayatına geçişte büyük bir özgüven eksikliğini beraberinde getirmektedir. Kısacası, stajlar birçok gencin mühendislik tutkusunu yeşertmek yerine, daha başlamadan söndüren bir sisteme dönüşmüştür. Oysaki iyi tasarlanmış bir staj sistemi, sadece tecrübe kazandırmaz; aynı zamanda bir gencin geleceğe dair inancını da güçlendirir.
Kendini geliştirme arzusu, zamanla kendini kanıtlama baskısına dönüşmekte… Bu sürekli karşılaştırma kültürü, genç mühendisleri sessiz bir yarışın içine sürüklemektedir. Kendini geliştirme arzusu, zamanla kendini kanıtlama baskısına dönüşmekte; her başarısız görüşme ve olumsuz dönüş (genellikle olumlu/olumsuz bile dönüş sağlamazlar), “ben yeterli değilim” duygusunu biraz daha derinleştirmektedir. Oysa çoğu durumda sorun bireyin yetkinliğinde değil, sistemin destekleyici olmamasındadır. Bu psikolojik yük, yalnızca üretkenliği değil, sektöre duyulan aidiyet duygusunu da zayıflatmaktadır. Birçok genç mühendis, teknik olarak son derece yetkin olmasına rağmen, özgüven eksikliği nedeniyle mülakatlarda kendini ifade edememekte; hatta zamanla mesleğe karşı içsel bir uzaklık geliştirmektedir. Sonuç olarak yetersizlik hissi, yeni mezunların önündeki en görünmez ama en yıpratıcı engellerden biri haline gelmiştir.
“Junior” olarak işe başlayan birçok mühendis, uzun çalışma saatlerine rağmen düşük ücretlerle karşılaşmaktadır. Bazı şirketlerde, “deneyim kazanma fırsatı” bahanesiyle asgari ücretin altında maaşlar teklif edilmekte, hatta kimi zaman sigortasız çalışma dayatılmaktadır. Meslektaşlarımız, istihdam oranının düşüklüğünden dolayı deneyim kazanmak için bu koşulları kabul etmek zorunda kalıyor. Bu durum yalnızca maddi bir zorluk değil, aynı zamanda ciddi bir etik sorundur. Yeni mezunların emeği, “tecrübesizsiniz” gerekçesiyle değersizleştirilmekte; oysa bilgi üretimi, problem çözme kabiliyeti ve adaptasyon becerisi, modern mühendisliğin en kıymetli niteliklerindendir. Birçok genç, bu adaletsizliğe rağmen kendini geliştirmek için çabalasa da emeğinin karşılığını alamamak zamanla motivasyon kaybına yol açmaktadır. Sektördeki bu ücret dengesizliği ve sömürü, genç mühendisleri yalnızca ekonomik değil, duygusal olarak da yıpratmaktadır. Kendini değerli hissedemeyen bireyler, emeğinin karşılığını görebileceği yeni bir başlangıcı yurt dışında aramaya yönelmektedir. Türkiye’de karşılaşılan düşük maaşlar, torpil algısı, sınırlı araştırma fırsatları ve uzun mesai kültürü, genç mühendisleri başka ülkelerdeki fırsatlara yönlendirmektedir. Bu durum yalnızca bireysel bir tercihten ibaret değildir. TÜİK verileri, bilişim teknolojileri ve mühendislik alanlarından mezun gençlerin beyin göçünde ilk iki sırada yer aldığını göstermektedir.Yetenekli mühendislerin kaybı, yerli teknoloji üretiminin sürdürülebilirliğini ve kalkınmayı tehdit eden yapısal bir risktir. Cumhuriyet kurulurken, mühendislik ülkenin bilimsel temelde kalkınmasının ve çağdaşlaşmanın ana taşıyıcısı olarak görülmüş; modern mühendislik eğitimi ve teknik kurumlar tam da bu dönemde mevcut olanlar yeniden yapılandırılmış, ihtiyaca yönelik yeni kurumlar oluşturulmuştur. Mühendis Mekteb-i Âlisi’nin 1928’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelini oluşturacak biçimde modern mühendislik programlarına dönüştürülmesi; Elektrik İşleri Etüd İdaresi, Maden Tetkik Arama (MTA), Etibank ve demiryolu projelerinin kurulması, mühendislik temelli kalkınma stratejisinin somut göstergeleridir. Bugün biz gençler, mevcut sistemdeki mühendisliğin daha ileriye taşınmasını ve devam ettirilmesini sağlayacak temsilcileriz. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bütün ümidim gençliktedir” sözü, sadece idealist bir yaklaşım değil, eğitimin ve genç insan kaynağının kalkınmadaki rolünü vurgulamaktadır. Evet, yurt dışında koşullar daha adil, fırsatlar daha geniş olabilir; ancak bu ülkenin toprağında yetişmiş mühendisler olarak bizleri ayakta tutan şey yalnızca geçim kaygısı değil; üretmenin, ülkesine katkıda bulunmanın ve cumhuriyetin değerlerini yaşatmanın onurudur. Gitmek kolaydır, fakat kalıp mücadele etmek, öğrenmek, öğretmek ve yeniden inşa etmek gerçek cesareti ister. Cumhuriyetin yetiştirdiği mühendisler, umutsuzluğa değil bilime, ilerlemeye ve adalete inanır. Biz, Atatürk gençleri olarak hangi zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım ülkemizde kalıp değer yaratmayı, emeğe saygıyı savunmayı ve topluma ışık olmayı seçiyoruz.
Kaynakça
TÜİK – Yükseköğretim Mezunları Beyin Göçü İstatisiği [Erişim Tarihi: 25.11.2025]
