İnceleme

“Gecikmeye Övgü: Zamana Karşı Mücadele” (*) Kitabı ve Biz Beyaz Yakalılar

Héléne L’Heuillet’in ‘Gecikmeye Övgü: Zamana Karşı Mücadele’ kitabı, Yapı Kredi Yayınları tarafından 2022 yılının başında yayımlandı. L’Heuillet, kitabında günümüz insanının zamana karşı verdiği mücadeleyi analiz ediyor.

Kitap, ince bir kitap ve elime geçer geçmez bir solukta okudum ancak bu kitap için tek bir okumanın yetmeyeceği çok açık.

Türkiye’nin ilk kuşak Bilgisayar Mühendislerinden biri, bir ‘Beyaz Yakalı’ olarak otuz yıla yakın kariyer hayatımda akıp giden ya da akıttırılan öznel (kişisel) zamanıma bu kitap sayesinde geri dönüp yeniden baktım ve okuma tecrübemi paylaşmak istedim.

Giriş ve Sonuç bölümleri dışında dört bölümden oluşan kitaptan, kendimce anladıklarımı ve dikkatimi çeken noktalardan alıntıları bölümler bazında özetlemeye çalışacağım.

L’Heuillet Giriş Bölümü’nde geçmişe bakış açımızı sorgulatmış. Geçmişe bakarken; ‘x olayı y senesinde meydana geldi’ yerine ‘x olayının gerçekleşmesi için y senesinin gelmesi gerekti demeye başladığımızı ifade ederek bizi güzel bir ters köşeye yatırarak başlıyor.

Çocukların erkenden gelişmeye zorlanmalarından söz ettiğinde ise ister istemez demek bu sadece bizim memlekette sınav/test gibi yarış atmosferi içinde büyüyen çocukların sorunu değilmiş diye düşünmeden edemedim.

Okumamı heyecanla sürdürmemi ise iş dünyasındaki hiyerarşik düzende başkalarını bekletme hakkının sadece üst’lere ait olduğunun ve sadece üst’lerin alt’ların zamanlarını, deyim yerindeyse hunharca kullanma hakları olduğunu ifade etmesi sağladı.

L’Heuillet, bu noktada tren ya da uçak yolculuklarında beklenmedik bir gecikme olduğunda plansız şekilde ortaya çıkan zamanın nasıl da hediye gibi değerlendirilebildiğini bize hatırlatıyor. Bu tür zamanlar bize nefes almamızı ve bu zamanı planlanmamış şekilde geçirebildiğimizden söz ediyor. Sanki bu giriş ile okuyucuyu zaman konusunda biraz uyandırmaya başlıyor.

1. Bölüm : Kayıp Zamanın Çılgınlığı

Bu bölümde insanların performans kaygıları ve zamanla yarışmalarından söz ediliyor. Teknolojinin, zaman kazanmayı vaat etmesine rağmen aslında sadece hızı daha da arttırmakta olduğu vurgulanıyor.

Günümüz çalışma sisteminde, işi yapanların yani çalışanların, o işin yapılış süresinin belirlenmesine hakim olamadıkları, meslek bilincine sahip olmanın ise artık kahramanlık ya da aykırılık olarak görüldüğü söyleniyor kitapta.

Gerektiği gibi yapılması halinde yedi gün sürecek bir yazılım çalışmasını, kaliteden ödünler verme pahasına da olsa patron öyle istediği ya da sizin adınıza, size soramadan müşteriye söz verilmiş olduğu için üç günde bitirmek zorunda kalmak çok bilindik değil mi? Bu noktada, meslek odamızın, üzerinde uğraştığı konulardan birinin de Bilgisayar Mühendisliği mesleğinin tanımı, denetimi gibi konular olduğunu hatırlatmak için fırsatı değerlendirmiş olayım.

Bizzat yetenekleri için işe alınan ve el üstünde tutulan becerikli insanlar yavaş yavaş performansın boyunduruğunda gönüllü mahpuslara dönüşüyorlar”

Tanıdık geliyor değil mi?

Hemen ardından da ‘Paylaşılan ajandalar’ ile ilgili kısmı okuyunca kafada sorular oluşmaya başlıyor; ‘Hangi zaman, kimin zamanı, zamanı kim, nasıl kullanıyor?’

L’Heuillet, Marx’ın teorileri ile devam ederken, mesleğimiz açısından bizleri çok yakından ilgilendirecek şekilde şöyle diyor;

Dijital alandaki gelişme, zaman üzerindeki denetimi, dolayısıyla da kişinin öz denetimini arttırır.(…) İlk kapitalizm, emek fazlasını nesnel zamanın daraltılması yoluyla devşiriyordu. İkinci kapitalizm ise onu, yalnızca çalışmaya ayrılan zaman olan öznel zamanın gözetimi yoluyla devşiriyor”

Özetlemek gerekirse yazar, kapitalizmin ilkel, sosyal ve sabırsız kapitalizm şeklinde ilerleyerek sonunda öznel zamanı yok ettiğini ifade ediyor.

Çeviriye esas alınan eserin ilk baskı tarihi Ocak 2020, Covid-19 salgını sonrası özellikle bizim meslek grubunu fazlasıyla etkilemiş olan ‘Uzaktan çalışma’ için yazarın düşüncelerini merak ediyorum. Çünkü sonuçta ‘Uzaktan çalışma’ nın iş ve ev hayatını harmanladığı ve öznel zaman denetiminin iyice önem kazandığı ortada.

L’Heuillet, bunları özetledikten sonra, günümüzde gençlere yaşayıp hata yapma şansı tanınmadığından, meslek seçimleri aşamasında kendilerine dışarıdan bakıp ‘Sen buna uygunsun, bunu yapmalısın’ denildiğinden söz ediyor. Sonunda bir noktaya varmak için de öncelemek, arzu ve can sıkıntısı kavramlarını irdeliyor.

Arzu, zamana uymaz (…) Arzu, insanı güzel, akıcı konuşan biri kılar ve konuşmak zaman kaybettirir. Canı sıkılan her zaman öndedir, arzu eden her zaman geç kalır. Önceleme, arzuyu kaynağında boğar (…) Hızlandırılmış hayat, arzulardan ziyade itkilere gerek duyar.”

Bu aşamada yazar önerdiği ‘Gecikme’ kavramını açmaya başlıyor. Yeni yönetim biçimlerinin ‘Gecikme’ ile nasıl baş edileceğini bellemiş olduğunu vurguluyor.

Her şey her zaman dün içindir. Mühletlerde hep geç kalınıyor duygusu yaşanır” özellikle bilişim dünyasındaki beyaz yakalıları için yine ne kadar tanıdık bir ifade değil mi?

Bölümün sondan bir önceki başlığı ‘Hayatını Thriller’a (Gerilim) Çevirmek’. Yazar, son zamanlarda bu tür hikayelere olan ilginin neden arttığını irdeliyor. Bu tür hikayelerin hep devamının bilinmek istendiğini belirtiyor ve “Bu itkisel yapı içerisinde anlatının fazla bir önemi yoktur” diyor. Gerilimin yoğunluğu bize zamanın kıt olduğunu hissettirir ve zaman artık öznel değil nesneldir. Bu aşamada ‘Gecikme’ öznel zamana yeniden kavuşmayı sağlayacaktır.

Bölüm sonunda ‘Tarih Üzerinden Gecikme’ irdeleniyor ve yazar, tarih ile olan ilişkimizden, buna bağlı olarak işle olan ilişkimizden, öznel zamanın aslında tarihin zamanı olduğundan söz ediyor.

2. Bölüm : Uyumayı Düşlemek

Bu bölümde zamanını fazlasıyla iş hayatına ayırmış olan çalışan ile uyku arasında çok detaylı bir inceleme yapılıyor.

Çalışılan yer ile uyunan yer arasındaki ayrımın bütünüyle kalkması durumunda uykusuzluğa götüren yolun yokuş aşağı gitmesi tehlikesi vardır” diyen yazara, yukarıda söz ettiğim soruyu yine sorabilmeyi çok isterim. ‘Uzaktan çalışma’ için ne düşünüyor?

Dediğim gibi; günümüz insanının uyku ile ya da uykusuzluk ile yaşadıkları kitapta çok detaylı irdelenmiş. Bu yazıyı kısa tutabilmek adına burada bu detaya girmeyip ama merakınızı da uyandırmak için uykudan yola çıkarak, biyoritm ütopyasından, engellenen anneliklerden ve yorgunluktan söz edildiğini ifade edip bırakayım.

Uyumak için öznel zamana kavuşmak gerekir. Öznel zaman, hem uykunun hem de gerçek eylemin koşuludur.”

3. Bölüm : Kaygı Veren Satürn

L’Heuillet, bu bölümde hüzün ve melankoli üzerine kafa yoruyor. Her ikisinin de insani olduğunu ve zamanla olan ilişkimizin belirtisi olduğunu, oysa günümüzde bunların birer hastalık gibi görüldüğünden söz ediyor.

Bir toplumun, hızla ilerlemesi gerektiğinde gençlerinin melankolik olacağını ifade ediyor. Hüznün ise bir gerçeklik olarak görülerek melankoliden çıkış yolu olabileceğini söylüyor. Hüznü detaylıca ele aldıktan sonra sevince giden yolun hüzünden geçeceğini iddia ediyor.

Eyleme geçebilecek duruma gelmek ve böylece sevinç duyabilmek için önce zamana yeniden kavuşmak, bunun için de hüznün sınavından geçmeyi kabul etmek gerekir.”

4. Bölüm Hayatın Değeri

Yazarın ‘Gecikme’ ile ne anlatmak istediği bu bölümde biraz daha netleşiyor.

Her nedense çoğunlukla yurt dışında çalışan yabancı meslektaşlarımızdan duyduğumuz herhalde ülkemizde pek olmayan (!) ‘Burn-out’ (Tükenmişlik) riskinden kaçınmak için yazar, çalışırken durmak, yapılana, yapılacak olana uzun uzun bakmak ya da asla yapılamayacak olanı düşlemek gerektiğini söylüyor.

‘Gecikme’nin varolmanın zevkini tatmak için bir derin düşünce biçimi de olabileceğini ifade ediyor.

Eyleme geçmek için kişi derin düşüncelere dalmak için kendine zaman ayırmalıdır”

Gecikme, demek ki varolmanın zevkini tatmayı mümkün kılmak için derin düşünce biçimini alabilir”

‘Gecikme’ sayesinde bir hayattan daha fazlasına sahip olabileceğimizden söz ederken, dilimizde de sıklıkla kullanılan ‘Yalnızca bir hayatımız var’ ifadesinin hayatımıza değer vermek yerine tam da kullanıldığının aksi yönünde okunabileceğini anlatıyor ve bizi yine bir ters köşeye yatırıyor.

Sadece 104 sayfa olan bu ince kitaptan kısaca söz edeyim derken uzunca bir yazı olduğunun farkına vardım. Başta da söz ettiğim gibi kitap kısa ama okuması kısa değil. Kitabın son cümlesi ile bitireyim;

Gecikme, süreyi hissettirir, gerçeğe yeniden kavuşturur. Sahip olunamayana karşı sahiplenici olalım.”

Yani, ‘Bi duralım’ diyor 🙂

* Gecikmeye Övgü, Héléne L’Heuillet, Çeviren: Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınları, 104 s.